top of page
Ahmet Ömer Yalçın Photography
Ormanın Derinliklerinde
O gece Finlandiya'nın kuzeyinde, Kaamanen isimli bir köyün yakınlarındaki küçük kulübelerden oluşan bir otelde kalacaktım. Bulunduğum bölge ve hava durumu kuzey ışıklarını görebilmek için çok uygundu.
Hava iyice karardığında ilk başta, otelin hemen dışındaki donmuş nehre kadar yürüdüm. Nehrin ortasına giderek etraftaki yükseltilerden uzaklaştım ve kuzey ışıklarına dair bir iz bulabilmek için gökyüzünün fotoğraflarını çektim ama gökyüzünde kuzey ışığı olduğuna dair bir işaret yoktu. Nehrin karşı tarafına geçip ormanın içindeki zifiri karanlığa doğru ilerlemeye başladım.
-24 derecede, sadece kafa fenerimin ışığıyla aydınlanan zifiri karanlıkta ve bazen karın derinleştiği yerlerden ilerlemek zorunda kalarak yaptığım kilometrelerce süren yürüyüşün ardından donmuş bir göle ulaştım. Ağaçlar görüş alanımı kapatıyordu, bu sebeple gölün ortasına doğru ilerleyip nehirde yaptığım gibi gökyüzünün fotoğraflarını çektim ve bu sefer bir iz bulmuş gibiydim. Hafif mor görünen yöne doğru yürümeye başladım. Bir süre sonra açık bir alanda tekrar fotoğraf çektiğimde mor kuzey ışıklarını çok uzakta da olsa net bir şekilde görüyordum.
Uzun zamandır yürüyor olmam sebebiyle yorgundum ama kuzey ışığı görmek bana her zamanki gibi bir motivasyon olmuştu ve yaklaşana kadar yürümeye devam ettim. Sonrasında ağaç dallarının görüşümü kapatmadığı bir yer aramamın ardından az ağaçlı, ufak bir meydan buldum. Ama oradaki kar çok derindi... Neredeyse karın üzerinde yüzerek o alanın ortasına kadar gittim. Tripodu kurup karanlıkta birkaç saniyelik pozlamalarla fotoğraflar çekerek yıldızları netlemeye çalışmaya başladım. Kameranın tuşlarına rahatça dokunabilmek için eldivenimi çıkartmam gerektiğinden dolayı o soğukta bu hiç kolay olmadı. Eldiveni çıkarttığım gibi ellerim acımaya başlıyordu. Her birkaç saniyede bir eldivenimi tekrar takıp, elim biraz ısındıktan sonra çıkartarak yıldızları netlemeye çalışmaya devam ediyordum.
Sonunda netleyebilince uzun pozlamalar yapmaya başladım, karşıma çıkan manzara muhteşemdi. O güne kadar hiç mor kuzey ışığı görmemiştim ve görmeyi umuyordum ama bu hayal ettiğimin de ötesindeydi, sadece mor değil, rengarenk ve sıradışı şekilli kuzey ışıkları... Yaklaşık 15 dk boyunca fotoğraflarını çekmemin ardından kayboldular. O an aşırı mutluydum... Gösterdiğim büyük çabadan sonra ödüllendirilmiş gibiydim... Ama geriye dönmem gereken uzun bir yol da vardı.
Çok karışık ilerlemem sebebiyle dönüşte telefonumdaki navigasyona bakmam gerekti ama aşırı soğuktan dolayı telefonumun kapanmış ve açılmıyor olması işimi daha da zorlaştırdı. Vücut ısımla tekrar çalışabileceği derecelere dönebilmesi için telefonu iç cebime koydum ve yürümeye devam ettim. Hafızamı zorlamaya, kar üzerinde ayak izlerimi aramaya başladım.
Muhtemelen etrafımda geyik, tavşan, tilki gibi hayvanlar da vardı, oteldeki resepsiyonere sorduğumda ormanda tehlikeli hayvan olmadığını söylemiş olsa da, karşıma bir ayının çıkması da ihtimal dahilindeydi ama içimde dünyanın en kalabalık kutup ayısı kolonilerinin bulunduğu Svalbard Adası'nın dağlarında yerde bulduğum paslı inşaat demiriyle dolaşırken hayatta kalmış olmamın verdiği mantıksız bir öz güven de vardı :D
Yorgundum, telefonum açılmıyordu, ilerlemekte olduğum yolun doğru olduğundan da tam olarak emin değildim, yüksek sesle yardım çağırmayı denesem bile kimsenin sesimi duyamayacağı kadar köyden uzaktaydım ve üşüyordum. Kirpiklerim birbirlerine yapışıyordu ve en ilginci de verdiğim nefesler kar maskemin üzerinde donarak büyümekte olan bir buz tabakasına dönüşmüştü. Her şeye rağmen çok sakindim, bir şekilde otele ulaşacağımı biliyordum, arada bir durup yıldız pozluyordum.
İlerlerken sağa ve sola doğru yollar olan bir yere ulaştım. Navigasyona bakmak için telefonu iç cebimden çıkartıp açmayı denedim ve açıldı! Ama bu seferki sorun da telefonun çekmemesiydi... Ardından sola giden yoldan yürümeye başladım. Belki 5 dakika kadar o yönden ilerledikten sonra birden bire iç güdülerimi dinleyip fikir değiştirerek geri döndüm ve diğer yöne doğru yürümeye başladım. Göle ulaşmaya çalışıyordum, oradan yolu bulmam kolay olacaktı. Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm... Yürürken tanıdık bir yer bulabilmek için kafa fenerimle etrafa bakınıyordum sürekli. Sol tarafımda kalan yerde biraz ileride bir çalılık alan vardı ve "oranın ardında nehir olabilir mi acaba?" diye düşündüm. Nehiri geçtikten sonra ormanın içine girerken de öyle bir yerden geçmiştim ama ilk başta göle ulaşırım diye düşünüyordum. Yürümekte olduğum yolun nehire paralel olabileceğini de düşünerek arka tarafına bakmak istedim. O çalılıklara doğru ilerledikten sonra... Karşımda otelin hemen önündeki nehir vardı... Kulübelerin ışıkları da gözüküyordu, bulunduğum yer otelin karşısının biraz ilerisiydi... Ama başka bir şey daha vardı... Bir sürpriz... Nehrin üzerinden bir üst geçit gibi geçen kuzey ışıkları..! Ağaçlar görüş alanımı kısıtladığı için oraya ulaşana kadar sınırlı bir gökyüzü görüyordum.
Kuzey ışıkları bana "Saatlerce yürüdün ama hiç gerek yoktu" der gibiydi...
Ormanın içindeki kadar güzel olmasa da bekleseymişim orada da görecekmişim. Hemen tripodumu kurup fotoğraf çekmeyi denedim ama bu sefer de kamera hata vermişti, defalarca denesem de olmadı... Biraz hayal kırıklığı yaşadım. "Acaba yolculuklarımın devamında da kamera çalışmayacak mı?.." diye de düşündürtse de neredeyse otele ulaşmış olmam ve hayal ettiğimin de çok ötesinde güzellikteki kuzey ışıklarını görmüş olmamın mutluluğu ruh halimi dengeliyordu.
Nehiri geçip biraz yürüdükten sonra kaldığım kulübenin kapısına varmamın ardından içeri girmeden önce kameramın içerideki ısı değişiminden az etkilenmesi için onu torbaya koymam gerekiyordu ama tripoddan ayırma deneyişim başarısızdı çünkü yapışmışlardı! Bu yüzden kamerayı tripoddan çıkarmadan torbaları üzerine sarmaya çalıştım. Daha kolay yapabilmek için eldivenimi çıkarttım. Sonra tripodun metaline elimi dokundurduğum gibi hemen çektim! Elimi elektrik çarpmış gibiydi... Dikkat etmeye çalışarak torbayı geçirmeye devam ettim ama aynı durumu birkaç kere daha yaşadım... Dönüş yolunda bazen eldivenime yapıştığı da oluyordu. Sonunda torbayı geçirip bağladıktan sonra içeri girdim... Tripodu bıraktım, montumu çıkardım, kaloriferin yanında biraz ısınmayı denedim ve ardından bitkin bir şekilde yatağa uzandım.
Ama yine bir sorun vardı...
Odanın sıcak olmasına rağmen üşüyordum..! Isınmak için çözüm olarak Karaköy'den aldığım -40 derecede öldürmediği idda edilen uyku tulumumu giyip yorganı üzerime çeksem de o da pek etkili değildi. Özellikle ellerim üşüyordu, kalorifer üzerinde bir süreliğine ısıtmam yeterli olmamıştı. Ateşimin çıktığını hissediyordum. O kadar soğuğa maruz kalmama rağmen zatürre olmazsam tuhaf olur diye de düşünüyordum. Ellerimi ısıtmak için bu sefer, hafif olduğundan dolayı her ihtimale karşı yanıma aldığım termal battaniyeyi denemeyi düşündüm. İlk bir elime sardım ve birkaç saniyede ısının normalleşmeye başladığını hissettim, sonrasında da diğer elime sararak ısıttım ve sonra da üzerime örttüm. Kağıt kadar hafif bir şeyin o kadar hızlı etki ederek ısıtmasını tecrübe etmek çok tuhaf gelmişti. Yatakta uzanırken o gece yaşadığım olayları facebook'tan özetlemek için bir yazı yazmaya başladım, yorgunluktan uyuyakaldım. Kısa bir süre sonra kendimi zorlayarak gözlerimi açtım ve kuzey ışığı hala orada mı diye yattığım yerden kafamı çevirerek camdan dışarı baktım, oradaydı... Facebook mesajıma kaldığım yerden devam edip gönderdim.
O Facebook mesajım :
"Bugun kuzey isiklarini yakalamak icin ormanin derinliklerine dogru zifiri karanlikta kilometrelerce yurudum ve gokkusagini andiran muthis bir kuzey isigi fotografi ile yildizlarla suslu baska guzel fotograflar cektim. Sonra soguktan telefonun sarji bitti ve donebilmem icin gerekli olan navigasyonunu kullanamadim. Yuol yorgunluklarim ve dun geceyi cadirda gecirmemin yorgunlugu uzerine saatlerce yolu bulmakla ugrastim. -20'li derecelerde gecen uzun yuruyusun sonunda ic gudum ile hafizamin yardimlasmasiyla zor da olsa yolu bulabildim ve beni kalacagim yerin etrafinda cok guzel kuzey isiklari karsiladi ama kameramin sensoru dondugu icin fotograflarini cekemeyip izlemekle yetindim. Burada bekleseymisim keske dedirttiler. Suan hasta oldum galiba, disarida oksururken bogazimdan agzima buz geliyor gibiydi, suanda da iceride uyku tulumuyla yatiyorum yine de usuyorum. Gecen yolculugu tietze sendromuyla atlattim, artik bu sefer zature olmazsam bende bi anormallik olmali. Kamerayi uzun bir sure acmayacagim, eger calisirsa fotograflari yakinda yayinlarim."
Ama bir süre sonra içimden bir ses "kameraya bak, çalışıyorsa git dışarıdaki çekemediğin kuzey ışıklarını çek, gel" dedi ve çok yorgun ve uykusuz olmama rağmen yataktan kalkıp onun dediğini yaparak bozulma riski olmasına rağmen kamerayı açmayı denedim ve... Kamera bu sefer hata vermeden açıldı..! Hemen montumu giydim, kar maskemi giydim ve hemen çıkarttım. Nefesimin oluşturduğu kar maskemdeki buz tabakası içeriye girince eriyip su olduğu için kafamı ıslatmıştı ve bu yüzden çıkmadan önce kafamı iyice kuruladım, sadece alnımda çok az bir nem kalmıştı, önemsemeyip dışarı çıktım. O küçücük bir ıslaklık olan o yer soğukta alnımı feci bi şekilde acıtıyordu. Her ne kadar montumun kapşonunu kafama örtsem de kar maskesiz çıktığım için o soğukta kafamın üşümesine engel olamadı.
Penceremden gözükecek kadar dibimde olan kuzey ışıklarının fotoğraflarını farklı farklı açılardan çektikten sonra gönül rahatlığıyla kulübeme geri döndüm. Yatmadan önce sabah erken saatte gelecek olan Rovaniemi'ye giden otobüse yetişmek için alarmımı kurup uyudum ve birkaç saat sonra çalan alarmla uyanıp kahvaltı yaptım. Otelden dışarı çıkıp levhası neredeyse tamamen karla kaplı olan otobüs durağında bir süre bekledikten sonra gelen otobüse bindim ve sonrasında yeni bir macera başlamaktaydı.
bottom of page